29 Temmuz 1952 öğleden sonra RÜYAM yatı İstanbul’a vardı. Amerika’nın (hâlâ) dünyaca ünlü tasarımcısının imzasını taşıyan bu yelkenli yat, ülkemizde büyük coşku ve heyecan ile karşılandı. Başka türlüsü olamazdı, Atlantik Okyanusu’nu kat eden ilk Türk bayraklı ve Türk mürettebatlı bu yat, haber alındıkça gün gün basın tarafından takip edilmişti. İlk tören ve kutlama Florya Cumhurbaşkanlığı Deniz Köşkü’nde oldu. Cumhurbaşkanı başta olmak üzere Başbakan ve diğer devlet erkânı da şık denizci giysi- leri ile hazırdı. Sonra güzel bir akşam poyrazıyla tam arma Moda koyuna geçen yat, burada halk tarafından da denizde büyük bir heyecanla karşılandı. Hatta o heyecan ve izdiham ile batan bir sandala rağmen, bu büyük macera neyse ki herhangi bir can kaybı olmadan son buldu. Öte yandan sanmayın ki bu olay sadece ülkemizde heyecan yarattı. Yelkenli yatların ancak bir elin parmakları kadarı Atlantik’i geçtiği yıllarda RÜYAM, New York’tan hareket ederken de rıhtım gazeteci ve meraklılarla doluydu. Kolay değil tabii, 3.000 deniz milinden fazla yol kat ederek Atlantik Okyanusu’nu (uydusuz, elektroniksiz) direkt geçmek, sonrasında ise nereden bakarsanız bakın 1.600 deniz mili daha yol yaparak Akdeniz’de Fas, Cezayir ve Yunanistan’a uğradıktan sonra Ege ve Marmara aşıldı ve New York-İstanbul yolculuğu tamamlanmış oldu.

Bu neşeli, heyecanlı ve nostaljik yolculuğu daha önce inceleyip yazarken birden, ikinci kaptanın ve teknedeki iki gazeteciden birinin Mektebi Sultanili olduğunu fark etmem, benim için oldukça heyecan ve gurur verici oldu. Çünkü RÜYAM seyahatinin detayları ortaya çıkmadan önce Atlantik Okyanusu’nu ilk geçen Sultanili yelkenci Sadun (Boro) ağabey diye kabul ederdim. Daha önce bu konuyu irdeleyen herhangi bir kaynağa da henüz rastlamadım. Sultani’den Gazeteci Vedat Abut (56. dönem) bu seyahati Cumhuriyet gazetesi adına katılıp dizi yazı hazırlaması için görevlendirilmiş. Diğer gazeteci, genç Tunç Yalman ise Vatan gazetesi için seyahati kaleme almış. Vedat ağabey daha sonra yazılarını yani kupürlerini kesip fotoğraflarla birlikte bir albüm haline dönüştürerek kalıcı hale getirmiş. Ama asıl daha önemlisi kızı Selmin Hanım da bu albümü (emaneti de diyebilirsiniz) ikinci kuşak olarak saklamış ve günümüze ulaşmıştır. İlk olarak 1997 yılında “Yelken Dünyası” dergisinde, virgülüne dahi dokunmadan 8 ay boyunca yayımlanan bu seyahat, bir kere daha Naviga Dergisi’nde yayımlandı sanırım. Bu yıl, yani 2020 yılında, “Yeni Deniz Dergisi” yayımlamak isteyince, ben de üçüncü tekrar olmaması için geçtiğimiz nisan ve mayıs aylarında bir inceleme yazısı kaleme alma çabası içine girdim. Bu sırada yelkenci (ve ünlü futbolcu) Aslan Nihat (50. dönem) ve Gazeteci Vedat Abut’un (56.) RÜYAM ile Atlantik’i geçen ilk Sultanililer olduğunu fark ettim. Tabii daha önce başka geçen ortaya çıkmadıkça!..

Aslında 1952 yılı Türk yelkenciliğinde dönüm noktalarından biridir. Peki tarihimizde bir dönüm noktası olur da, başrolde Galatasaraylılar olmaz mı?

Öyleyse 1952 yılı amatör denizcilik olaylarını bir gözden geçirelim: bunlardan ilki şubat ayında, ilk ihtisas yelken kulübü olan, İstanbul Yelken Kulübü’nün kuruluşudur. Hâlen ülkenin en köklü ve ünlü yelken kulübüdür ve olimpiyatlar dâhil pek çok yarışlara yelken sporcusu yetiştirmektedir. Kulübün kurucuları arasında hemen ilk akla gelenler Burhan Kunt (66. dönem), Avni Şasa (60.), Kamil Ethem Soysal (47.), Ulvi Yenal’dır (59.)!..

RÜYAM’dan başka bir diğer önemli olay ise kasım ayında tüm Türkiye’nin bildiği Sadun Boro (79.) ağabeyimiz ile ilgilidir. Kendisi gerçekleştirdiği yolculukları, yazdığı yazıları, çevre duyarlılığı ve kitapları ile daha yaşadığı dönemde efsane olmuştur. Sadun Boro İngiltere’de tekstil mühendisliği tahsilini bitirmiş yurda döneceği sırada geleceğini bir kenara itip kalbinin sesini dinleyerek bir ilana yazdığı tayfalık başvurusu kabul edilmiş ve bu sayede Atlantik Okyanusu’nu normal ticaret rüzgârları önünde doğudan batıya 11-12 m’lik bir kotra ile geçmiştir. Teknede yalnız 2 kişi vardır: tekne sahibi İngiliz ve yelkenden sorumlu Sadun ağabey. Bu seyahatin tüm detayları Cumhuriyet gazetesinde 1953 yılı başında dizi yazı olarak yayımlanmıştır. Çok daha sonra bu yolculuğu “Bir Hayalin Peşinde” adı altında bir kitapta kalıcı hale getirmiştir. Meraklısına tavsiye ederim, üstelik üslubu çok da eğlencelidir. Bu geçiş daha sonra 1965- 68 yılları arasında yaptığı ünlü dünya seyahatine hazırlık olduğu kesindir.

ASLAN NİHAT

Önce ağabeyimiz (Aslan) Nihat Bekdik’i kısaca ele alalım. Burada Aslan Nihat’ın futbol hayatı ve başarılarına girmeyeceğim çünkü bunu benden çok daha iyi bilenlere bırakıyorum. Nihat Bekdik 1902 yılında doğar. Galatasaray Lisesi o zamanlar, yani Osmanlı İmparatorluğu zamanında Mekteb-i Sultani ya da Lycée İmpérial Ottoman olarak anılmaktayken okula ilkokuldan girer. Ama lise kısmına gelince Deniz Lisesi’ne geçer ve bahriyeli olur. Muhtemelen orada yelken eğitimi almış olmalıdır. Savaş yılları (I. Dünya Savaşı) bahriyede örneğin Kelpi kotrasında talim yapan öğrencilerin fotoğrafları bulunmaktadır. Belki de içlerinden biriydi. Aslan Nihat 12 yaşından itibaren genç takımda futbol oynamaya başlar ve meşhur Aslan Nihat olarak futbolu sanırım 30’lu yaşların başında bırakır. Futboldan başka hokey, binicilik ve teknik direktörlük de yapar. Eski tabirle, “dehşetli” bir sporcu olan Aslan Nihat ayrıca yüzücü, kürekçi ve yelkencidir. Tahminen futbolu bıraktıktan sonra, Aslan kotrasını yaptırır ve teknesi ile yelken yarışlarına girer, dereceler alır. 1946 yılı Av ve Deniz dergisindeki yarış haberlerinde ASLAN kotrasının fotoğrafına da rastlarız. Nihat ağabeyin kotrası ise ülkemizin ilk gemi inşa mühendislerinden ünlü yelkenci Harun Ülman yapısı yerli bir teknedir. Ve hâlâ denizdedir!.. Yelkenli, ünlü, tarihi ve antika değerindeki yatlarımız benim için ayrı bir çalışma konusu olduğundan özellikle ASLAN hakkında ayrıca bir çalışma hazırlıyorum.

RÜYAM YATI

Evet bu üç önemli olaydan okyanus geçiş hikâyesine geri dönersek, RÜYAM yatı, ünlü Amerikan tasarımcı N. Herreshoff dizaynı bir teknedir. Tasarımcının ünü çizdiği ünlü America’s Cup koruma (defender) tekneleri ile yıllarca ezeli rakibi İngiliz teknelerine aman vermemesi ve kupanın “Amerika Kupası” adını almasına neden olmuştur. Tekneleri hâlen antika değerindedir. İşte bu güzel tekne (ex-Thistle) New York’ta armatör Haşim Mardin tarafından satın alınmış ve adı “RÜYAM” olarak değiştirilmiştir. Tekne küçük bir kontrolden geçtikten sonra Türkiye’ye doğru yola çıkılmıştır. Burada tekne sahibi armatör Haşim Mardin’in yanında eski ünlü futbolcumuz (Aslan) Nihat Bekdik ikinci kaptan ve yelkenci olarak bulunmaktadır. Bir diğer Sultanili Vedat Abut da yolculuğu Cumhuriyet gazetesi yazarı olarak tüm detayları ile tipik Sultani mizahi diliyle kaleme almıştır. Hatta film yapımcısı ve kameraman Faruk Kenç seyahati filme de almıştır. (Editör notu: Faruk Kenç de Mekteplidir) Bu film, ilk belgesel olduğu söylense de, şimdiye kadar bulunamamıştır. RÜYAM 30m boyunda 105 ton deplasmana (ağırlığa) sahip küçümsenmeyecek bir teknedir. Bir süre için ülkemizin en büyük 2. yatı olacaktır. Tekne 16 kişilik bir mürettebat ile seyahati gerçekleştirir. Bu arada belirtmeliyim ki RÜYAM seyahati ne kadar şaşaalı ve medyatik ise Sadun Boro’nun “Ling” yatı ile yaptığı seyahat o kadar mütevazidir ve bana göre daha zordur. Çünkü önce Dover Boğazı ardından İrlanda Denizi ve Biskay Körfezi geçişlerinden sonra Kanarya Adaları’na inmişler, oradan Atlantik’i geçip Barbados’a varmışlardır. Gezi yaklaşık 6 ay sürmüştür.

SEYAHAT

RÜYAM’ın seyahatine gelecek olursak, bazı alıntılar yaparak kısaca okuyalım:

İstanbul’dan New York’a uçan mürettebat, New York’tan 17 Haziran 1952 Çarşamba günü saat 14.00’te hareket eder. Saat 17.00’de limandan kurtulup yelken basarlar. Böylece 102 tonluk RÜYAM kotrasının İstanbul seyahati, dolayısıyla da okyanus geçişi başlamış olur. Sakince geçen ilk haftadan sonra Vedat Abut’un deyişiyle 24 Haziran 1952 Salı tarihli yazısında “Atlantik’in İlk Tokadı” başlığı ile yedikleri ilk sert havayı şöyle anlatır:

“(...) Oldukça sıkıntılı bir geceden sonra sabah güverteye çıktığım vakit durum şöyle idi: Bodoslamadan gelen kocaman dalgalar tekneyi adamakıllı orsalıyor... Kuvvetli bir gün, doğrusuydu bu! Orsadan esen kuvvetli bir rüzgâr da yelkenlere fazla bindiriyor. Bir taraftan da yağmur yağıyordu. Bir müddet böyle gittikse de fazlalaşan deniz ve rüzgârlar karşı- sında arkamızı dalgalara vererek pupadan gitmeye mecbur olduk. Ana yelken de aşağı alında. Çalkalanma koca dalgaların üstünde seken Rüyam’ın bu halinde yelkenleri randayı aşağı almak hiç de kolay olmuyordu. Ama buraya kadar olanlarda bir fazlalık yoktu. Saat 12:00’ye geliyordu. Deniz ve rüzgâr büsbütün azmıştı. Haşim dümende idi. Yanına doğru gidiyordum. Bir anda teknenin arkasında muazzam bir ‘çaaat!’ gürültüsü koptu. Haşim döndü baktı ve bağırdı: Arka direk gitti! Bocurumu aşağı alın! Gemiciler koşuştular. Arka yelkeni aşağı aldılar. Kocaman arka direk dibinden çatlamıştı. Dalgalar bir yandan giriyor, bütün tekneyi yıkayarak öbür yandan akıyordu. Kamaranın üstündeki hava delikleri iyi kapanmamış olduğundan içeri su giriyordu. Bunlardan birkaç tanesi kırıldı. Bereket, yedekleri olduğundan çabucak yerlerine konuldu. Fakat bu ara yerler ve yataklardan bazısı sırılsıklam olmuştu. Güvertede panik devam ediyordu. Sallantı, botun başını yerinden çıkardı. Beş kişi üstüne çullandık. Yakaladık. İşte bu ara Haşim botu arkasından tutuyordu. Bu ara, tekneyi kaldıran koca bir dalga botu kuvvetle oynatarak yere vurdu. Haşim’in bacağının yanından geçen dümen ayağını sıyırdı, hafif yaralandı. Bir santim daha bacak ezilmişti. Bir ara trinketin iki teli koptu. Onu da indirdiler. Hava da kuvvetli yıldıza çevirmişti.

Artık kotrada fotoğrafçı, gazeteci, kumanyacı, makinist kalmamıştı. Herkes güvertede çalışıyordu. Bot yerine oturtuldu, bağlandı. Yedek mazot varillerini tutan halatlar takviye edildi. Zaten Haşim’in en korktuğu bunlardı. Bu teller bir kopsa güvertede yuvarlanan 200 kiloluk variller her tarafı darmadağın eder, koparır atardı. Fakat oldukları gibi, mübalağa etmeden nakletmeye çalıştığım şu hadiseler hiç de yazılması gibi kolay olmadı.

Çalkalanan denizde, azmış bir rüzgâr altında yelken vira etmenin, tekneye hâkim olmanın ne demek olduğunu ancak denizciler yahut bizim gibi bu dakikaları yaşamış olanlar takdir ederler. Saat 14.00’e doğru nisbi bir sükûn teessüs etmişti (görece bir sakinlik oluşmuştu). Fakat deniz büsbütün azmış, rüzgâr da gene kuvvetle esiyordu. Bu arada ilk defa gördüğüm fırtına çapası arkadan suya atıldı. Çünkü tabiatla boğuşmaya imkân kalmamıştı. Bütün yelkenler aşağıda sulara tabi duruyorduk. Yapılacak tek şey kabil olduğu kadar cenuba (güneye) doğru sürüklenmeye çalışmaktı. Saat 16:00’da vaziyet şöyle idi: Fırtına çapası bizi az çok bağlamış, dalgaları arkadan alarak sallanıp duruyoruz.

Nihat, Haşim, miço ve çocuklar yorgun, dinleniyorlardı. Sallantıdan sersem olmuş, âdeta hastalanmıştım. Yukarıda güverteye bakan ufak kamarada oturmuş, kötü kötü düşünüyor, dışarı bakıyordum. Birden tepeden aşağı kocaman bir cisim indiğini gördüm. Arkadan kocaman bir gürültü... Fırladım. Randa kopmuş, botla variller arasında boylu boyunca güverteye uzanmıştı. Herkes yukarı koşuştu. Sabahtan beri olanlar yetmemiş gibi bir de başımıza bu gelmişti. Gene iki saatlik bir uğraşma... Koca randanın suya sarkan ucunu içeri almak, sağlamca oturtmak bir mesele oldu... Fakat yatağına oturtmak kabil değildi.”

Tabii gazeteciler yazı yazmak bir yana, tüm mürettebat, yemek bile yiyememişler. Her taraf kapalı olduğu için boğucu ağır bir havanın olduğu kamaralardaki durumu tahmin etmek zor olmasa gerek. Öte yandan teknenin içinde koridorlarda ıslak halılar, oturma bölümünde devrilmiş sandalyeler, kutular yerlere saçılmış kutularla her yer mahşerî bir görünümdedir. Karadakiler ve şilepler merakta kalmasın diye, Vedat Abut deniz tutmuş telsizciye şu mesajı çektirir:

“Atlantik’in ilk tokadını yedik. 7 kuvvetinde esen bir gün doğusu ve kuvvetli bir deniz Rüyam’ı bir hayli hırpaladı. Arka direk dibinden çatladı. Şimdi kullanılmaz hâldedir. Ana bumba düştü ve puntelleri parçaladı. Birçok yelken ipleri koptu, camlar kırıldı. Bütün yelkenleri indirdik ve fırtına çapası atarak havanın dinmesini bekledik. Sular bizi 233 mil cenuba (güneye) sürükledi. Şimdi arzımız 34.44, tulümüz 55. Hava ancak bu sabah açtı. Gerekli tamiratı yaparak yola devam ediyoruz. Hepimiz sıhhatli ve neşeliyiz.”

Ama deniz hayatı çok çabuk değişebilir. Ertesi sabaha doğru kalan hava, saat 09:00’a doğru dışarı çıkanları... alabildiğine sakin bir deniz, masmavi bir gök ve deniz... Tabii herkesin morali geri gelmeye başlar.

Yol boyunca sekstant ile göksel seyir yapmak durumundadırlar. Öğle civarı güneşten rasatlar alınır. Bu işi kaptan olan Haşim ve Deniz Harp Okullu olan Nihat yaparlar.

Öte yandan, 25 Haziran Çarşamba Şeker Bayramı’na denk geldiğinden güvertede bayram kutlaması gerçekleşir. Ama denizler hâlâ vardır. Yalpa içinde bir kutlama gerçekleşir. Ve bu bayramlaşma az rastlanır bir biçimde okyanus ortasında gerçekleşmiş, bir kutu lokumun ve akide şekerinin olması herkes için ne denli makbule geçmiştir. Bundan sonraki hedef Azor Adaları’nı bordalamaktır. Hava yükseldiğinden ve kıbleden uygun rüzgâr geldiğinden iskelesine yaslanan tekne artık denizlerden ve çalkantıdan o kadar etkilenmemektedir. Böylece görece daha rahat bir seyir yapmak olanağı sağlanmıştır. Zamanla denizler azalır ve Azor Adaları’na kadar 4 gün, gece boyunca uygun rüzgârın da yardımıyla rahat bir seyir yapılır. Bu sürede 700 mile yakın yol yapılmıştır. Azor Adaları da Marmara Denizi’nde seyreder gibi rahat arkada bırakılır. Bundan sonraki hedef Cebelitarık Boğazı’dır. Günler böyle geçerken Vedat Abut, Cumhuriyet gazetesi sahibi Doğan Nadi’nin kendisine emanet ettiği şişelerden birini daha, dördüncüsünü de, suya bırakır. Nedir bu şişelerin ilginç hikâyesi onu da aktarıyor Vedat Abut. İstanbul’dan hareket etmeden önce Doğan Nadi kendisine 10 adet şişe veriyor. Bu şişeler yolda okyanusta ve Akdeniz’de değişik yerlerde denize bırakılacaktır. Şişelerin içlerinde çeşitli dillerde yazılmış şu not bulunmaktadır: “Bu şişeyi bulan her kimse içindeki bu kâğıdı ve kendisinin bir fotoğrafını Türkiye’de İstanbul’da çıkmakta olan CUMHURİYET GAZETESİ’ne yolladığı takdirde kendisine milli bir Türk hediyesi verilecektir.”

Tekne sahibi ve kaptanı Haşim Mardin aynı zamanda armatör olduğundan ve gemileri uluslararası trampa taşımacılığı yaptığından yeni mizana direği için Mardin şilebi ile Cebelitarık civarında buluşma planlanmaktadır. Ama bu gerçekleşemeyecektir.

Günler rahat geçerken teknedekiler birbirlerine fırtına esprileri yaparken 4 Temmuz 1952 Perşembe sabahı tekneyi ve mürettebatını azgın bir hava karşılar. Ana yelkeni mayna etmek 1 saatten fazla sürer. Bu sırada floklardan biri parçalanır. Dağ gibi dalgaların içinde çalkalanan RÜYAM motor seyrine geçer. Fırtına 3 gün sürer ve herkesi canından bezdirir. Ama okyanus geçmek hele batıdan doğuya kolay değildir gerçekten. Bu fırtına Mardin gemisi ile buluşma planlarını suya düşürmüştür. Çünkü rotadan epey saparlar.

Aradan geçen iki günün sonunda 6 Temmuz saat 17:50’de kara görünür, bu sırada parakete 3.340 mil göstermektedir. New York’tan 18 Haziran 1952’de saat 13:00’te hareket eden RÜYAM 17 gün 22 saat ve 50 dakika sonra karşı sahilleri görmüştü. Bu,Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bir ilk olarak kayıtlara geçecektir. Heyecan ve sevinçten hemen sonraki aşama, nerede olduklarının kesin saptanması gerekir. Biraz sonraki aşama varış noktasının neresi olduğudur. Çünkü görünen fenerin haritadaki varış noktasındakine ve civardakilere uymadığı ortaya çıkar. Bunun için Aslan Nihat karaya çıkar ve Fas kıyılarında olduklarını hayretle öğrenir. Anlaşabildiği Fransız ise Amerika’dan geldiklerini öğrenince, şaşırma sırası ona geçer. Sonraki hedef, kuzeye tırmanıp Cebelitarık’a rota tutmaktır. Güneyde (anılarda Laroche olarak yazılmış) olan Larache şehrine varmış olduklarından, kuzeye tırmanıp Tanca’ya varmak için yola koyulurlar. Ama bu sefer mazotun tükenmekte olduğu ortaya çıktığından mazot bulabilmek için yeniden Aslan Nihat karaya yollanır, çeşitli sıkıntılardan sonra az miktarda mazot ile döner. Ama Haşim Mardin neredeyse beklemeyecektir.

Sonunda Tanca’ya varılır. Burada direkten motora, baştan kıça tüm tekne elden geçer, temizlenir, çamaşırlar bile yıkatılır. Tekneye berber çağrılır. Her türlü eksiklerini tamamlayan becerikli Faslı acente de mutludur. Çünkü ilk defa bir Müslüman teknesine hizmet vermektedir. Gündüz çalışmanın ardından rengârenk bir şehir olan Tanca’nın gecelerini de yaşamayı ihmal etmezler.

Hummalı geçen 5-6 günün ardından İstanbul rotasında yola çıkılır. Okyanus dalgasından kurtulduk derken tam kafadan esen rüzgâr, dalga, sis ve yağmur ile tekne yalpaya düşmeye başlayınca Akdeniz’in de Atlantik Okyanusu’nu aratmadığını fark ederler. Zaten gemiciler ve telsizci tekrar yataklardadırlar. Rota değişikliğine karar veren Haşim Kaptan Cezayir’e uğrayıp mazot eksiğini tamamlayacak ve bir gün dinleneceklerdir. Herkes derin bir “oh” çeker. Çünkü güvertesi suların içinde olan RÜYAM dahil herkes biraz dinlenecektir. Ama baştan kuzey şehirlerine uğrayarak yapılan hesap değişince üzerine de bu kötü havada Cezayir Limanı’na gece varılacağı ortaya çıkar üstelik de limanın portolonu ellerinde bulunmamaktadır. Gece karanlığında âdeta el yordamıyla girilir. Ve liman ortasında demir atılır. Burada 3 gün müsait hava beklendikten sonra tekrar yola koyulurlar. Bundan sonraki liman Sicilya Palermo’dur. Hava tamamen kalır. Sadece dümdüz bir deniz ve güneş ile 3 gün geçer. Artık telsizde Türkiye’den kutlama mesajları gelmektedir. Artık herkes kendini Türkiye’ye çok yakın hissetmektedir. Ama yine evdeki, yani teknedeki hesap çarşıya uymaz, bu sakin havada makine ile yol almaktayken birden sesi değişir ve stop eder. Yapılan tetkikten sonra makinist Ali Dener “ezilmiş bilya yatağı” ile güvertede görünür ve yedeği olmadığını ekler. Yine denizin ortasında kalakalmışlardır. Teknenin motorlu sandalı ile bir miktar kıyıya sokulup demirler ve rüzgâr beklerler. Daha sonra Palermo Limanı’na bu şekilde girip rıhtıma aborda olurlar. Makine onarımı ve mazot ikmalinden sonra tekrar yola çıkılır. Artık sondan bir önceki durak Pire’ye doğru rota tutulacaktır. Yolda Cumhurbaşkanı Celal Bayar’dan Atlantik’i başarı ile geçip Akdeniz’de yol aldıklarına dair kutlama telgrafı alırlar. Artık moraller yüksektir. Gece Boğa-ziçi’ne benzeyen ışıl ışıl Mesina Boğazı geçilir. Sonra sakin havaların ardından uygun rüzgâr ile Adriyatik ve Patras çok keyifli, kolay ve hızlıca tüketilir ve Korent Kanalı’na girilir. Buradan çıkınca Atina’nın Pire Limanı’na varılır. Limana girerken marşa basacak iken, Vedat Abut’un: “(...) Böyle kritik anlarda her nedense karşımıza bir ölüm habercisi gibi beliren bizim makinist Ali Dener, Haşim’e sokuldu. Elinde antipatik görünüşlü bir motor parçası vardı:

-Hava körükleri ezilmiş, yalama olmuş, motor çalışmıyor...

-Yedekleri?

-Tabii nanay!..” diye kendi esprili üslubuyla makinanın yine arıza yaptığını anlatır. Yine bot ile çekilen ve demirlenen RÜYAM sahnesi...

Artık kendilerini evlerinin bitişiğinde, âdeta komşuda hissetmektedirler. Moraller iyice yerine gelmiştir. Gemiciler mutludur. Gerçekten de Pire’de Yelken Kulübü önünde demirleyen RÜYAM kaptanları ve gazetecileri akşam Pire’nin en ünlü restoranında soluğu alırlar. Etrafta tanıdık simalar, Türk konsolosluk görevlileri Vedat Abut’un önceden geldiği Pire’de tanıdığı Amerikalı subaylar vardır. Yine yemek sırasında, sonraki akşam Türk Deniz Ataşesi Yarbay ile Atina Konsolosumuzun kızının düğününe davet edilirler. Böylece eğ- lencesi bol, keyifli günler erkenden, yurda varmadan başlamıştır.

E bu kadar tuzlu, yarı uykusuz, yorgun günlerden sonra hak etmişlerdir doğrusu. Burada geçen 2 gün sırasında RÜYAM’a bir hanım yolcu daha eklenir. Daha doğrusu kendini zorla kabul ettirir. Pire’de bir Amerikan şirketinde çalışmakta olan bir bayan, teknedeki kokteyle her nasılsa dahil olmuştur. Kokteylde, Haşim Mardin’e kendini zorla davet ettiren sevimli Amerikalı bayan, Haşim Kaptan’dan İstanbul’a kadar yolculuk iznini koparır. Böylece mürettebat toplam 15 kişiye çıkar.

Bundan sonraki rota, ver elini Çanakkale’dir. Çanakkale’de de törenler ile karşılanırlar. Hatta Milli Eğitim Bakanı karşılamaya gelmiştir. Geceyi Çanakkale’de geçiren RÜYAM kotrası, ertesi gün tekrar yola çıkar. Yolda pek çok kutlama telsiz mesajı gelmektedir. Akdeniz’e girdiklerinden bu yana hep kafadan esen rüzgâr yine tekneyi yavaşlatarak motora yüklenmelerine neden olmakta ve hızlarını düşürmektedir. Oysa artık herkes, bir an evvel, heyecan ve sabırsızlıkla, hedeflerine varmak için can atmaktadır. Sonraki sabaha karşı Tekirdağ açıklarında Haşim Mardin’in Haran şilebi ile buluşurlar. Gemi RÜYAM’ı yedekler ve Büyükçekmece açıklarında demirlerler.

Burada RÜYAM’ın makyajını Haran gemisinden gelen 12 gemici yapar. RÜYAM kotrası temizlenir, boyanır, gelin bir kız gibi pırıl pırıl hazırlanır. Haran güneye, RÜYAM kuzeye doğru yoluna devam eder. Tam burada küçük bir dipnot eklemek gerekir: Hareket etmeden önce yanlarına küçük bir tekne yaklaşır. Teknenin içinde iki gündür RÜYAM’ı Marmara’da arayan ve sonunda bulan Behzat Baydar ve arkadaşı bulunmaktadır, amaçları Yelken Kulübü’nün forsunu takdim etmektir. Bu yüzden yemekleri ve suları tükenmiştir. Ama sonunda amaçlarına ulaşmışlar ve getirdikleri kupa ve kulüp forsunu tebliğ etmişlerdir. Bu cesur ve nazik hareket için Haşim Mardin forsu hemen tekneye çektirir. İstanbul Yelken Kulübü henüz o yıl kurulmuş ve ilk resmi yarışlarını 1953 yılında yapmaya başlayacaktır.

29 Temmuz 1952 Salı, saat 15:00’te Cumhurbaşkanı Celal Bayar, RÜYAM mürettebatını Florya Deniz Köşkü’nde kabul eder. Şereflerine verilen kokteylde hatıra ve hediyelerini alırlar. Kokteyl sonrası RÜYAM’ı karşılayan eş dost motorları çevresini kuşatır, böylece Moda’ya doğru yol alırlar. Öğleden sonra çıkan tatlı poyraz ile tüm yelkenlerini basan RÜYAM unutulmayacak bir biçimde Moda’ya varır. Rüzgârda süzülen RÜYAM’a eşlik eden Şehir Hatları’nın Emirgân vapuru ve motorlar zor yetişmektedirler! İşte o satırlar, Vedat Abut’un kaleminden:

“(...) Florya’dan 30 kadar gazeteci arkadaşı, güzellik kraliçesini bir- kaç yakın dostu da alarak hareket ettik. Canım Marmara! Canım İstanbul rüzgârları ve meltemleri! Şöyle müsait bir havayı bir gün bile Akdeniz’de bulamadık. Flok trinket randa ve bocurum açmış gidiyoruz. Tekne 20- 25 derece yatmış ve tam bir tekne sefası yapıyoruz. Denize ve bilhassa bu derece yan yatmaya alışmamış bazı meslektaşlarım yüzünde zaptetmeye çalıştıkları bir endişe izi var. Bunu tabii görmek lazım. Bütün ömrünce dümdüz yürümeye alışmış bir insanı birdenbire yampiri yürümeye, yampiri konuşmaya ve şakuli not tutmaya hatta şakuli viski, limonata içmeye mecbur ederseniz, yapacağı şeylerin en basiti suratını ekşitmektir.

(...) RÜYAM da istediği çim sahayı bulmuş küheylan gibi coşmuş, şahlanmış, alabildiğine gidiyordu. Yanımızdan Denizyolları’nın tuttuğu ufak bir vapur bizi takip ediyor ve bize güç yetişiyor. (...)”

Moda’ya varınca ayrı bir curcuna kopar. Çok daha fazla tekne koyda onları beklemektedir ve hemen etraflarını çevirirler. Tekne demirlemeye çalışırken bir sandal ile çatışma olsa da kimsenin umurunda değildir! Suya düşen sandal sahibinin bile; ıslak ıslak RÜYAM’dakileri kutlamaktadır. Bu masalsı ortamda Moda Deniz Kulübü’ndeki kokteyle gidilir. Sonraki gün de İş Bankası bir kutlama kokteyli verir. Artık tüm gazetelerin manşetlerindedirler.

Kaynak: Sultani dergi - Ekim 2020

Sitedeki imzalı yazılar yazarlarının sorumluluğundadır.

Önceki Gönderi Sonraki Gönderi