Galatasaray’ın İngiliz profesyonel futbol takımı Queens Park Rangers ile yaptığı maçı İnönü Stadyumu’nda seyrederken kulübü kurduğumuz ve ilk maçları yaptığımız günleri hatırladım. Aradan 45 yıla yaklaşan bir zaman geçmiş ve o vakitten beri birçok şeyler değişmiştir; değişmeyen şey, yüreğimizdeki sönmez Galatasaraylılık aşkı derin ateşli enerjisidir.

Camlar kırılıyor diye mektepte futbol oynamamız yasak edilirdi. İkinci Abdülhamid’e mektep ve talebesi aleyhinde jurnal veriliyor, diye dışarıda futbol oynamamıza müsaade edilmezdi. Koridorlarda tenis top topları ile oynayarak taşlara çarpa çarpa pabuçlarımızı paralardık. Hapsedilmeyi, sürülmeyi göze alarak her hafta İstanbul’un başka bir çayırına gider, gizli gizli futbol oynardık Büyükdere‘de, Bakırköy’ünde, Haydarpaşa’da, Moda’da hülasa İstanbul’da ne kadar çayır varsa, hepsini dolaşırdık. Yağmur, çamur, kar, tipi, sıcak, hafiye ve jurnal dinlemez meşin topun arkasında koşardık. Her defasında da, rahmetli Abdurrahman Şeref, bizleri mektebin futbol aşıklarını odasına çağırır, karşısına dizer:
"Siz yine filan çayırda top oynamışsınız; öyle mi?" diye sorardı.
Hepimiz susar, bu suale cevap vermezdik. O zaman aziz müdürümüz yanımıza yaklaşır; tombul eliyle hepimize birer küçük tokat aşk eder:
"Bir daha top oynadığınızı işitmeyeyim!" derdi.
Biz tokatları yer; mektepten izinle çıkar çıkmaz, en uzak bir çayıra gider; yine futbol oynardık. Şehri dolduran uzun kırmızı fesli hafiyeler, bizi görürler, bermutat jurnallerini verirlerdi.

«Mektebi Sultan-yi Şahane talebesinin, Büyükdere çayırında karşılıklı kale kurup birbirlerine top endaht ettiklerinin görüldüğü bera-yı sadakat arz olunur.»

Ne Abdurrahman Şeref Bey’in tokatları, ne mektebin verdiği izinsizlik cezaları, ne hafiyelerin jurnalleri, ne de hapse atılmak ve tantun denilen sürgüne gitmek tehlikesi, bu 15-20 çocuğun futbol aşkını söndüremiyordu ve söndüremedi. Galatasaray Kulübü doğmuştu ve futbolu öğreniyor; gelişiyordu. 1908’de meşrutiyetin ilan edildiği zaman, engeller ortadan kalkmıştı ve Galatasaray, canlı bir varlık olarak Türk futbolunu temsil ediyordu 1905’ten 1908’e kadar, Kadıköy, Moda takımları gibi İngilizler ve Rumlardan mürekkep takımları yendiğimiz gibi, o zaman İstanbul limanında İngiliz Sefareti maiyet gemisi olan İmojen (Imogene) gambotunun İngiliz denizcilerinden mürekkep yaman takımını da yenmiştik.

Genç Galatasaray, birkaç yıl içinde, eski ve tecrübeli futbol hocalarını da mağlup etmeyi öğrenmişti. Bir taraftan böyle gizli gizli futbol oynarken ve hafiyeler tarafından saraya jurnal edilirken diğer taraftan da Kadıköy ve Moda çayırlarından başka yerlerde oynadığımız zaman, futbolun ne olduğunu bilmeyen ve oynandığını hiç görmemiş olan halk tarafından istihza ile karşılaşırdık. Bizi baldırı çıplak ve tulumbacı, fakat omuzlarında tulumba yerine bir yuvarlak top peşinde koşan bir çeşit acayip tulumbacılar sanarak alay ederlerdi. Bugün ile dün arasında ne büyük fark değil mi? Şimdi futbolcular, birer milli kahraman gibi, omuzlarda taşınıyorlar; bizler ise, o zaman hükümetin ve sarayın kızdığı asiler, mektebin cezalandırdığı söz dinlemez yaramazlar ve halkın alay ettiği baldırı çıplaklardan başka bir şey değildik. Galatasaray ilk defa futbol oynayan Türk takımı olduğu gibi o zaman kazandığı zaferlerle Türkiye halkına futbolu sevdiren spor sevgisini ve merakını uyandıran bir varlık da olmuştur.

Bizim İstanbul'un çayırlarında yuvarlak top peşinde koştuğumuz sıralarda, ne stadyum, ne tribün, ne duş, hatta ne de soyunacak yer vardı. Şimdi Fenerbahçe Stadı olan etrafı açık çayırın karşısındaki evlerden birinin altında yanılmıyorsam «Lazar'ın Kahvesi» denilen küçük bir kahve vardı. İşte hep orada soyunur, giyinirdik. Şimdi meyve ıslah istasyonu ve fidanlığı olan Büyükdere çayırı gibi yerlerde böyle sığınacak bir kahve dahi yoktu. Oralarda elbiselerimizi koyacak yer bulamaz; bunları seyirci arkadaşlarımıza teslim ederdik.

Hiç unutmam, bir defa bir kış günü, Büyükdere çayırında yaptığımız maçta, ben bir su ve çamur birikintisinin içine yuvarlanmıştım. Arkadaşım Bekir Hoca, tepeden tırnağa kadar bulandığım cıvık çamurları eline geçirdiği bir değnek parçasıyle bir heykeltraş gibi sıyırmıştı. Bu kadar çamura bulandıktan sonra, mektep elbisemi giyemediğim için, futbol kıyafetiyle paltomu sırtıma geçirmiş ve vapurun kazanı üstüne oturarak vücudumu kurutmuştum. Gece mektepte derimi germiş çamurlarla yatağa yattım; sabaha kadar uyuyamadım. Sabah olunca kendimi, o zaman sabahları mektebin talebesine tahsis edilen Galatasaray hamamına dar attım.

Şimdiki gençler ise, İnönü Stadyumu gibi, modern bir statta soyunuyor, giyiniyor, maçtan sonra duş yapıyor ve tertemiz evlerine dönüyorlar

İşte Galatasaray İngiliz profesyonel takımı ile maç yaparken yanımda oturan ve zeki başı «yüksek şahikalar erken beyazlanır» sözüne uygun olarak bembeyaz kesilen aziz dostum ve arkadaşım, 1 numaralı Galatasaraylı Ali Sami Yen’e bakarak 8 numaralı Galatasaraylı ben bütün bunları düşündüm.

Sitedeki imzalı yazılar yazarlarının sorumluluğundadır.

Önceki Gönderi Sonraki Gönderi