Ülkemizin en üretken araştırmacı yazarlarından biri olan gazeteci ve tarihçi Orhan Koloğlu’nu 17 Nisan 2020'de kaybettik. 1929’da babasının kaymakam olarak görev yaptığı Konya’nın Kadınhanı ilçesinde dünyaya gelen Koloğlu, kendisinden iki yaş büyük kardeşi Doğan Koloğlu’yla birlikte okuduğu Galatasaray Lisesi’ni 1947 yılında bitirmişti. Sayısı yüze yaklaşan kitaplarının önemli bir bölümü, son dönem Osmanlı devleti, İttihat ve Terakki ile basın tarihimizi konu alıyordu. Onun az bilinen bir yönü, Galatasaray Lisesi’nde okuduğu yıllarda futbol oynamasıydı. Galatasaray B takımında da forma giymiş, ancak gazeteciliğe başlayınca spor hayatına nokta koymuştu. Son yıllarında yerleştiği Gazeteciler Cemiyeti’nin Darıca’daki huzurevinde yazma faaliyetine hiç ara vermeden devam ediyordu. 2013’te kendisini burada ziyaret edip futbol ağırlıklı bir sohbet yapmıştık. Araya fazla girmeden aktarıyoruz.
1939’da Galatasaray Lisesi’ne geldim ben. Rasih vardı meşhur Galatasaraylı, Konyalıydı. Konya’ya maça gelmişti. Onu gördük Galatasaraylı olarak. Oraya gidince de çocuk olarak ilk maçı Taksim Stadında seyrettim. Taksim Stadı, stat bile değildi. Toprak üzerinde durarak maç seyrederdik. Bitik bir yerdi. Son zamanlarına yetiştim. Mektebin yapısı spora çok açıktı. Basketbol milli takımının ilk sporcuları hep Galatasaray Lisesi’ndendi. Doğan da ben de mektepte hemen futbola başladık çocuk olarak ama zaten Galatasaray’da her sınıfın takımı vardı. Sınıflar arası şampiyona yapılırdı. Ortaokul şampiyonluğu ayrı, liseninki ayrı tabii. Mektebin içinde Grand Cour denilen bir bahçe vardır, bir futbol sahasının yarısı kadardır. Orada futbol oynanırdı. Taksim Stadı kapatıldığı zaman Galatasaraylı futbolcular, Gündüz filan Grand Cour’a gelirdi antrenman yapmaya. Hiç yer yoktu.
Para verecek durumu kalmamış kulübün, hiçbir geliri yok. Muslih hoca, meşhur eski futbolcu, mektepte hocalık yapıyor ama asıl işi Galatasaray kulübünü kurtarmak. Grand Cour denilen sahada sınıflar arası şampiyonluk maçları yapılırdı. Bizim sınıf çok erken bir şekilde orada şampiyonluğa gitti. Acayip bir şey oldu. Bizden daha büyük bir sınıfı yendik. Muslih hocanın işi çocuklar arasından iyi koşanı bulmak. Bizim sınıf ön plana çıktı. Benim beş arkadaşım Galatasaray birinci takımında oynadı. Muhtar, Doğan, Torik Necmi, Fazıl, İsfendiyar – bir sınıf ufaktı – onlar oynardı. Doğan 43-44’te liseye geçmişken birinci takıma geçti. Ben B takımında oynadım. Bire çıkamadım.
Galatasaray’ın top oynayacak yeri yoktu, Mecidiyeköy daha yapılmamıştı. Bugün Şişli camiinin olduğu yerden itibaren bomboştu, hiçbir şey yoktu. Cami de sonra yapıldı zaten. Oradan ilerisi hep dutluktu. Dayım Şişli’de otururdu. Dutluğa hırsızlığa gidiyorduk. Ali Sami Yen stadı daha yok, yeşillik. Orada saha vardı sadece, idman yapıyorduk. Baba Gündüz önde, biz arkada antrenmanlara çıkıyorduk. Çok ayrı bir dünya, hiç bugünkü futbol yoktu. Galatasaray’ın çok kriz yaşadığı dönemdi o zamanlar, 15 sene şampiyonluk alamadığı bir dönem. Mektepten gelen o takım sonunda 48’de şampiyonluk kazandı. Onlarla kendini toparlamış oldu kulüp. Böyle, apayrı bir dünya vardı. (Röportajın girişinde liseli oyuncuların katkısıyla 40’lı yılların sonunda eski gücüne kavuşan Galatasaray’ın o dönemki kadrolarından biri görülmekte)
Doğan santrhaf oynardı, ben santrfordum. Benim ayaklarım biraz büyüktür, 45 numara. Ayağıma futbol ayakkabısı bulunmuyordu. Galatasaray’ın meşhur beki Adnan vardı, onun eskiden kalmış bir ayakkabısını bulduk da onunla çıktım sahaya. Şeref Stadı’nda bir maçta uzun top attılar, fırladım. Ayağın küçük olacak ki topu istediğin yere gönderesin. Top tam önüme düştü, kaleci de çıkmış, şaşkın. Ayağımda Adnan’ın o uzun ayakkabısı. Burnu yere çarptı. Topa bir vurdum, minare gibi havaya çıktı. Futbolda en başarılı ayaklar dikkat edin, küçük ayaklardır. Ben ondan sonra bıraktım, anladım ki olmuyor. Topa vurup gol yapmam lazım, minare gibi yükselince hiç unutmam, tribünden birisi ayağa kalktı, “Eşek santrfor!” diye bağırdı. Tabii benim ayağım dışında Şeref Stadı’nın zemini de berbattı. Toprak felaket. Hem Taksim Stadı, hem Şeref Stadı – ikisine de stat denmezdi. O zamanın şartları öyleydi tabii, başka yoktu. Galatasaray’dan ayrıldıktan sonra İstanbulspor istedi beni. Kısa bir süre gittim ama pek tutmadım, bıraktım. Doğan başarılı şekilde gitti ve şampiyon takımda yer aldı.
Kısa süren futbol hayatının ardından gazeteciliğe atılan Orhan Koloğlu, muhabirlikle başlayan kariyerinde yazı işleri müdürlüğünden Basın Yayın Genel Müdürlüğüne kadar bütün kademelerde görev yapmıştı. Röportajın bu bölümünde onun ve Doğan Koloğlu’nun gazetecilik yaşamını konusunda anlattıkları yer alıyor.
Hem ben hem Doğan gazeteci olduk. Spor yazarı olduk. Sonradan ben politikaya geçtim. Doğan muhabir olarak her alana gitti ama daha çok spor yazardı. TSYD yönetimine girdi, birçok faaliyete katıldı. Aslında ikimiz de yazmaya spor mecmualarında başladık. Doğan Galatasaray mecmuasında yazıyordu, ben de meşhur hakem Sulhi Garan’ın Türkspor mecmuasında başladım. Galatasaray Lisesi müthiş eğitici bir kurum. Ben daha mektepte 44 yılında sınıf dergisi çıkarmaya başladım. El yazması tabii, her ay 12 sayfalık dergi çıkartıyordum. İçinde resimler, karikatürler yaparak. Bu mektebin eğitimin etkisiydi. Dergi tek nüshaydı, sınıfta elden ele dolaştırılırdı. Galatasaray’dan 47’de mezun olduk.
Babam valiydi, 42’de emekli ettiler. Harp senelerinde büyük bir sefalet yaşanıyordu. Gayet az bir emekli maaşı düştü. İkimiz de okuyoruz. İkimizin ücretini ödemesi lazım ama ödeyecek hali yok adamcağızın. Böyle bir karmaşa içinde devam ettik. Derken 47 senesinde Libya’da İkinci Dünya Savaşı bitince, yeniden devlet kuruyorlar fakat hiç okumuş yazmış adam yok. İtalyanlar gitmiş, arkada okumuş adam bırakmamışlar. Büyükbabamız Derne’deki Kuloğlu aşiretinin reisi. 500 silahlı adam çıkarıyormuş. Babama başvurdular. Hükümetin izniyle gitti, orada başbakanlığa çıktı. Çok garip bir şey, 48-49 babam başbakan. Biz tahsile devam edeceğiz. Ben tıbbiyeye girdim, Doğan hukuğa girdi. Tam biz bunları götürürken, babam 50’de öldü. Ben üçüncü sınıfa gelmiştim. Babam dürüst ve halka çok yardım eden bir insandı. Libya’da büyükbabamın 19 çocuğu varmış, sadece üçü Osmanlı döneminde buraya gelebilmiş. Sonra İtalyanlar işgal edince ilişki mecburen kopmuş. İtalyanlar tabii onları hep bastırmışlar. Babam başbakan olunca bütün o aileye yardım etmek durumunda kalmış. Hakikaten çok iyilik seven bir adamdı. Eline geçen bütün parayı onlara vermiş. Babam ölünce on parasız kaldık, tahsile devam edecek hal yok. Onun üzerine tıbbiyenin üçüncü sınıfında tahsili bıraktım. Bir yerde çalışmam lazım. Gazeteciliğe girdim. Futbolda profesyonellik yeni başlıyordu. Doğan biraz onu yaşadı. Sonra o da gazeteciliğe girdi. Ben seneler sonra, 60’tan sonra üniversiteyi bitirdim. Babam başbakan olarak öldü ama mirasından kala kala 45 sterlin çıktı. Ben tamamen gazeteciliğe girdim. Doğan antrenörlük de yaptı. Ustalarım benim yazı toparlama kabiliyetimi görmüşler. Yazı işlerine yönelttiler. Orası ister istemez siyasete sokuyor. Yazı işleri denen şey, gelen bütün yazıları toparlayıp haber haline getirmekti. O zaman gazeteler sadece altı sayfa, öyle istediğini yazamıyorsun. Doğan futbolun içine girdi. Antrenörlüğü az buz değil, epey yaptı. O alanda da müthiş çekişmeler vardı tabii.
Kaynak: dinyakos.com
Sitedeki imzalı yazılar yazarlarının sorumluluğundadır.