Nur içinde yatsın, Salih Arif Bey müdürümüzdü. Mektebimiz de henüz Mektebi Sultanî diye anılıyordu. Yıllar ne çabuk geçti; şimdi büyük rahmetle andığım ve bana verdikleri feyzin minnettarlığını yüreğimde sıcacık taşıdığım Faik Beyler, Emin Beyler, İzvarlar, Dazır hocalar mukaddes bildiğimiz yuvamızın yerine konmaz süsleriydi Ben 499 İsmail Vildan o zaman beşinci sınıfta talebe idim. Memleketimizde, spor henüz çocuktu. Fakat atletizm çocuk bile değil, sadece emekleme günlerini yaşıyan bebekti. Artık benim gibi ak düşmüş saçlarıyle, semen gelmiş vücutlariyle yaşlı insanlar arasında dolaşan Ünvan, Adil Giray, Mazhar Nâzım, Rauf, Şekip, Besim kulübün ve mektebin atletizmi için Grand-Cour’un kayalık sarpında, yahut ta Ünyon Kulübün labada ve ebegümecileri arasında gençliğimizi bütün enerjisini, harcardık. Bu sporun malzemesi de memleket için görülmedik şeylerdi. Unvan diskini çantasında taşır, gece yastığının altına kordu. Sudi’nin ciridi sade onun için değil, bizim için bile sanki mukaddes bir âsa idi, bugün işporta matahı haline gelen çivili pabuç üç beş Türk çocuğunun ancak tanıdığı bir kıymetti. Pabuç boyası ve fes kalıbından ve gündeliğimizden artırabildiğimiz paralarla satın aldığımız bu pabuçları ne ihtimamla muhafaza eder, onlara nasıl itina ederdik! Bunu bugünün ve yarının nesli asla anlıyamıyacaktır. Cılız rekorlarımız rüyalarımızın süsüydü. Çivili pabuçlarımız da bu temiz rüyaların hakikat olmasına hizmet edecek, biraz da bizden olan dostlardı. Onları öyle sever, onlara öyle bakardık.

Grand-Cour’da çivili pabuçla koşulamazdı. Toprağı kayasız olan arka bahçeyi de ancak coğrafya sınıfından seyrederdik. Oranın havuzu, tarhları, çiçekleri bize yasaktı. Yasaktı, fakat ne çare ki tarhlarının toprağı bir pist gibi yumuşak ve çivili pabuçlara kastetmiyecek kadar terbiye(!) görmüştü.

Sabahları rahmetli Ahmet Ağa tamburunu saat altıda vururdu. Ve memleketin büyük kalabalığı bu saatte esniyerek, gerinerek kendilerini uykudan pek güç ayırırdı. 499; Seyfi Cenap’la beraber beşte kalkar gece bekçisinin şefkatine sığınıp koridorda bir müddet gülle kaldırır, sonra, sakız gibi beyaz havluya sarılı çivili pabuçları koluna alır, mektebin arka bahçesine inerdi. Herkesin uykuda olduğu bu saatte, Çamlıca sırtlarından ağaran İstanbulun o güzel gününü seyrederek idman etmenin saadetine mutlaka hayatımın sonuna kadar hasret çekeceğim. Ne yazık ki bu saadet uzun sürmedi.

Salih Arif beyin bir dostu vardı; hüsnühat hocası Halit bey. Bu iyi yürekli adam bir gün bahçede dolaşırken yerde hiçbir hayvanınkine benzemiyen acayip bir takım izler görünce meraklanmış, müdüre haber vermiş. Makamı cennet olsun Ulûmu tabiiye hocamız Rifat beyle tetkik etmişler ve bahçeyi alt üst eden bu görünmeyen mahlûku yakalamak için koyu yeşil çimlerin arasına tilki kapanları kurmıya karar vermişler. Aradan belki bir hafta geçmiş, kapana yem diye konan şeylerin 499’un iştihasını celbetmesine imkan olmadığına göre ve kokusu da kendisine kadar ulaşmadığı için hayvanı yakalamak ta mümkün olmamış. Bunun üzerine muallim muavinlerinden nöbetçiler dikmiye lüzum hasıl olmuş. Bugünkü gibi gözümün önündedir. Sabahların o saatte henüz daha alaca olduğu mevsimde idik. Bahçenin bir köşesinde Gülbabanın mezarı diye andığımız lâhte benzer bir taş vardı. İlk hareketleri yaptıktan sonra koşuya başladım. Hatırladığıma göre birkaç tur da koştum. Bir seferinde bu taşın önünden geçerken muallim muavini Teodor efendinin çetrefil Türkçesiyle "Sendin demek" diye yolumu kestiğini görünce dona kaldım. Teodor efendi beni hiç konuşturmadı. Doğruca müdür odasına götürdü. O saatte Salih Arif beyin orada olması imkansızdı. Benim kaçmamdan korkmuş olacaklar ki müdür gelesiye kadar orada beklettiler.

Salih Arif bey odaya girdiği zaman nasıl büyük bir hayret içindeydi size tarif edemem. Hayvan sandığının muzip bellediği bir talebe oluşuna bir türlü inanmak istemiyor ve evirip çevirip elimdeki pabuçlarıma bakıyordu. Salih Arif bey merhum için iki şeyi anlamak güçtü. Biri bu pabuçlarla nasıl koşulduğu, ikincisi de bütün talebelerin yataktan kaldırılması için emek sarfedilirken şöhreti çalışkanlık olmayan birisinin bu saatte kalkmaya nasıl razı oluşu idi. Pabuçlarımı bana iade etmesine sebep onun spor anlayışından ziyade zannederim pabuçlarının elinden alınacağından korkan talebesinin perişan hali idi.

Bu küçük hikâyeyi Müdürleri başlarında, spor sahalarında neşe içinde koşan yeni talebe nesline armağan ediyorum.

Yazan: 499 Vildan Beden Terbiyesi Genel Müdürü

Kaynak: Galatasaray Kongresi 1948 kitapçığı

Sitedeki imzalı yazılar yazarlarının sorumluluğundadır.

Önceki Gönderi Sonraki Gönderi